CHP Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, geçtiğimiz Pazartesi günü bir radyo programında KHK’nın 121. Maddesiyle getirilen dokunulmazlıkla ilgili yorumda bulundu. Ancak bu açıklamasında kullandığı bazı ifadeler nedeniyle 15 Temmuz gazilerine hakaret ettiği ileri sürüldü. Aldan, bu tepkilere ve eleştirilere yazılı açıklama yaparak yanıt verdi. Aldan açıklamasında şu ifadeleri kullandı.
Çarşamba günü saat 03.00’den itibaren önce sosyal medyadan başlamak üzere kastetmediğim bir niteleme üzerinden “15 Temmuz Gazilerine” hakaret ettiğimi öne süren alçakça bir saldırı girişimiyle karşı karşıya kaldım. Bu durum öylesi bir hal aldı ki, kimse bu radyo programında gerçekte ne dediğimi araştırma gereği bile görmedi. Hatta bu konuşma neyin nesi diye sormadan Ankara C. Başsavcılığı soruşturma başlattığını açıkladı.
Aşağıda radyo programında neler söylediğimin bant çözüm tutanağını bulacaksınız. Dileyenler youtube üzerinden de sözlü olarak bu demecimi dinleyebilirler.
Alçakça saldırılardan sonra Bodrum İlçemizde yaptığım ayrıntılı açıklama basın organlarında son derece sınırlı biçimde yer buldu. Hakaret korosu her yayın kuruluşunda haykırırken, benim sesimi duyurmak mümkün olamıyordu. Dolayısıyla bu basın açıklamasını yapmaya karar verdim.
Radyo konuşması neyi amaçlıyordu ve iğrenç kampanya neden uygulamaya kondu? Nedenlerini de aşağıda bilgilerinize sunuyorum.
Bu saldırının belirtilerini aylar önce AKP içindeki bazı dostlarımdan öğrenmiştim. Benimle ilgili asılsız iddialarla itibarsızlaştırma kampanyası başlatmak için çalışmalar yapılıyordu. Hatta tüm hazırlıklar tamamlanmış, lakin itibar cellatları hazırlanan materyali beğenmemişlerdi. Zira geçmişimde kırık bir çizgi dahi bulamamışlardı. Çünkü yolsuzlukla, mafya ile ve başta PKK olmak üzere terör örgütleriyle mücadele ile dolu bir geçmişim vardı ve 2005’de yılın en dürüst bürokratı seçilmiştim. Sadece Telekom’un özelleştirilmesinden önce yaptığım bir soruşturma sayesinde devleti tam 6,5 milyar dolarlık soygundan kurtarmıştım. Hukukçu kimliğimle iktidar ve muhalefet ayrımı olmaksızın kamuoyunda saygın bir yerim vardı.
Ancak pek çok muhalif gibi benim de itibarsızlaştırılmam gerekiyordu. Özellikle son aylarda televizyon programlarındaki görüşlerimden ve özellikle hukuksal değerlendirmelerimden hoşnut olmadıklarını ve fırsat kolladıklarını duyuyordum.
Bununla kalsa iyi, geçtiğimiz Eylül ayında evrakta sahtecilik yapılarak 2001 yılından bu yana beni mafya ve terör örgütlerinden koruma amaçlı “Yakın Koruma Kararım” geçmişe yönelik olarak kaldırıldı. İtirazıma aylardır cevap dahi verilmedi. Şu ana kadar ağzımı açmadım ve aylardır kendi olanaklarımla korunmaya çalışıyordum.
Öte yandan milletvekili seçildikten sonra da yani 2011 yılından bu yana TBMM’de partimin bana verdiği görev doğrultusunda hem bir hukukçu ve hem de bir parlamenter olarak meclis görevimi polemiklere konu olmadan yerine getirmeye çabaladım. Ne pahasına olursa olsun kamuoyunun tanıdığı biri olayım, şov peşinde koşayım ve sürekli kendimden söz ettireyim gibi bir arayış içinde de bulunmadım.
Lakin bunca yaşam süremde olduğu gibi, hak, hukuk ve adalet arayışı içinde devrimci ruhum hep taze kaldı, hiç bir dönem bana ne demedim. Nasıl ki, C. savcısı iken Cumhuriyetin ve milletin hakkını arama adına başımı hep belaya bulaştırdıysam, vekili olduğum insanların haklarını koruma adına Reza Zarrab olayına burnumu soktum.
Nitekim geçtiğimiz Salı akşamı saat 22.00’de Tele 1 TV’de yayınlanan gazeteci Tuncay Mollaveisoğlu’nun hazırlayıp sunduğu “Anında Manşet” adlı programda, 17-25 Aralık sürecinden sonra 2014 ile 2015 yıllarında Reza Zarrab’ın yaptığı hayali ihracatın bazı belgelerini paylaşıp, dolayısıyla buna istinaden devlet hazinesinden Zarrab’ın hesabına aktarılan vergi iadesinin akıbetini sormam ve bu işin daha da detayına gireceğimi açıklamam, belli ki, itibar cellatları için son nokta olarak kabul edildi. Bu yayından sadece beş saat sonra daha önce yaptığım bu radyo mülakatı çarpıtılarak, sistematik biçimde linç kampanyası başlatıldı.
Peki! Radyo programında neler dedim?
Bu söyleşinin aşağıdaki çözüm tutanağından da açıkça görüleceği üzere; asla ve asla 15 Temmuz Gazileri ile Mağdurlarına ilişkin bırakın hakareti, olumsuz tek bir sözüm yoktur. Zira onlar 15 Temmuz günü demokrasiyi savunma adına sokağa çıkanlardı. Bu röportajda linç kampanyasına bahane edilen sözlerim ise, demokrasiyi savunmaya değil de, ileride insanlara saldırı amacıyla sokağa çıkma ihtimalleri bulunan paramiliter güçlere, yani paralı ve palalı kişilere yönelikti. Nitekim son günlerde ellerinde silahlarla görüntü veren ve toplum üzerinde korku yaratma amaçlı söylemlerde bulunanlardı kast ettiklerim. Kaldı ki, onlara da hakaret etmemiştim, bu tür kişilerin sokaklara sürülürken, hangi vasıflandırmayla anılacaklarına vurgu yapmak istemiştim.
Benim saldırı konusu nitelememde ne güncele dair değerlendirme vardı ve ne de somut bir kişi hedef olarak gösterilmişti. İleride ekonomik sorunlara bağlı toplumsal muhalefet gelişip de Gezi benzeri sokak eylemlerinin vukuu bulmasına karşılık, sokakların terörize edilme ihtimalini gündeme getirmek istemiştim. Bunun neresinde millete hakaret vardı? Kısaca bu sözüm; gelecekte Gezi’deki “Palalı”, Ali İsmail’in katili “fırıncı” gibi davranacaklar içindi.Kaldı ki, radyo röportajında madem böyle bir düzenleme yapılmak isteniyor, hiç değilse Bakanlar Kurulu toplansın ve sadece 15-16 Temmuz günlerine mahsus düzenleme yapılsın diye de öneride bulundum. Keza konuşmanın son bölümünde ise insanların silahlandırılmasının, kutuplaştırılmasının ülkeyi iç savaşa doğru götürdüğünü belirterek, bu durumdan en çok zararı da Erdoğan ve AKP görecektir diyerek sözlerimi bitirdim.
İşin özü ahlaktan, vicdandan nasibini almamış, siyasi çıkarı için insanları iftira bombardımanına boğmaktan çekinmeyecek kadar insafsız, güç düşkünü, sonradan görme anlayış bu kez de beni hedefine almıştı.
Lakin bu saldırı iktidarın pek de işine gelmeyecek gibi görünüyor. Bana yönelik saldırılara karşın halkımız ne olup, bittiğini sorgulamaya başladı. Göreceksiniz bu olgu dalga dalga yayılacak ve karanlık kaybedecektir.
Son olarak bir çift sözüm milleti ile arasına 6.500 koruma ordusu koymadan ortalığa çıkamayan, hemen her konuşmasında hakaretler yağdıran, kendisine laf söyleyenleri mahpus damlarına tıktırmaktan ve hedef göstermekten çekinmeyen zata yöneliktir. Kastamonu toprağında bana “terbiyesiz, ahlaksız” diye hakaret etmiş, benim hukukçuluğumu tahlil etmeye kalkışmış ve hakkımda dava açılması emrini vermiş. Keza “cehalet paçalarından terbiyesizlik bunların suratından akıyor” diye de eklemiş. Öncelikle benim nasıl bir adam olduğumu dört yıl şerefle ve büyük bir mutlulukla C. savcısı olarak görev yaptığım Kastamonu’nun Araç İlçesindeki en fanatik AKP’liye sorsun isterdim.
Düşünün miting meydanında asılsız olduğunu bilerek millete hakaret ettiğimi öne sürüp, toplumun bazı kesimlerine beni hedef gösterecek kadar düşmanca bakış açısına sahip biri bu memleketi nasıl tarafsız yönetecektir? Bırakın Cumhurbaşkanlığını, sade bir insana dahi; yıllardır bu ülkede canını ortaya koyarak mafya ve terör örgütleriyle mücadele etmiş bir eski C. savcısı ve binlerce vatandaşın oyunu almış bir milletvekiline asılsız iddia üzerinden hakaret etmek yakışır mı? Elbette yakışmaz, lakin bu kişi bu sözleri söylemeyi kendisine yakıştırmıştır.
Beyefendi rahat, istediğine hakaret etme serbestisi var. Çünkü cezai açıdan sorumsuz. Keza açılacak tazminat davalarını karşılayacak kadar çok parası olduğu da ortada. Lakin şunu unutmasın; 2018 ya da 2019’da Cumhurbaşkanı seçilmediği gün, bugün söylediklerinden dolayı dokunulmazlığı kalkacak ve her Türk vatandaşı gibi onun da hesap vereceği günler gelecek.
Aslında yaptığı; korkudan mezarlıktan geçerken ıslık çalan kişiden farklı değil. Korkuyor ve her korktukça da hakaret etmekten, insanları hedef göstermekten çekinmiyor. Bir gün o çevresindeki rantçılar uzaklaştığında hep beraber göreceğimiz gibi, yalnız ve çaresiz.
Yaşamımda en tahammül edemediğim olgu haksızlığa uğramaktır. Böylesi durumda daha bir bilenirim, daha bir güce kavuşurum. Bu hakaretlere, bu denli iftiralara boyun eğeceğimi, susup bir kenara çekileceğimi sanıyorsa yanılıyor. Bu haksızlığı yapanlarla mücadelem sürecek ve hesaplaşacağımız günü de sabırla bekleyeceğim.
Zira merhum büyük usta Adnan YÜCEL ne diyor;
“Saraylar saltanatlar çöker, kan susar bir gün zulüm biter. Menekşelerde açılır üstümüzde, leylaklar güler. Bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır, bir de yarınlar için direnenler...
...Ey her şey bitti diyenler, korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. Ne kırlarda direnen çiçekler, ne kentlerde devleşen öfkeler, henüz elveda demediler. Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
Herkese; adaletin, dürüstlüğün, vicdanın ve ahlakın egemen olacağı bir yıl diliyorum
YORUM YAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmadı. İlk yorumu siz yapın.
BENZER HABERLER